Limbo
Erdinç İyikul

Sayfa 1

   Oyun dünyası bizleri hangi maceraların içine süreklemedi ki! Gizemli kayıp hazinelerin peşine düştük, birincil kişi görüş açısıyla dünyanın yok oluşunu önledik ya da futbol sahasında yer alarak takımımıza kupaları kazandırdık. Daha bunlar gibi yüzlerce örnek verilebilir. Her dönem karşımıza çıkan bu yapımlar, şaşalı grafikleri, harika ses efektleri, ilginç ve sürekleyici konuları ile aslından bir birinin kopyası bir döngünün içersine de, bizleri sokmuyor değil. Bu tarz oyunları pastaya benzetmek gerekirse, kimini çilekli, kimini çıkolatalı, kimini ise karamelli diye sınıflayabiliriz. Bir de arada sırada pasta sınıfına girmeyen, kendine has bir tarzı ve çizgisi olan oyunlar çıkar karşımıza, tıpkı şimdi incelememizin konusunu oluşturan Limbo gibi...
   Bağımsız oyun yapımcısı PlayDead’ın imzasını taşıyan Limbo, bizi hayatla ölüm arasında sıkışıp kalmış siyah beyaz bir evrene götürüyor. Normalde oyunlara girdiğimizde alışıla gelmiş bir biçimde hikaye sunumu ile karşılaşır ve amacımızın ne olduğu öğreniriz.Fakat Limbo farklı çizgisine paralel bir biçimde konu ve ilerleyiş hakkında tek bir detay vermeden başlangıcını yapıyor. Oyunun başında, kapkaranlık ormanın zeminine sırt üstü uzanmış olan karakterimizi görüyoruz. Elmas gibi parlayan gözleri dışında başka hiçbir belirgin özelliği olmayan karakterimiz, sırt üstü uzandığı yerden kalkarak kontrolümüze geçiyor. Konu hakkında herhangi bir bilgi ile karşılaşmıyor olsak da, amacımızın karanlık gölgelerin arasında bizi bekleyen engelleri ve düşmanları aşıp, çıkışa doğru ulaşmak olduğunu anlıyoruz.

   Yazının girişinde bahsettiğim “kendine has” vurgusunu Limbo’ya girer girmez hissediyorsunuz. Ekranda ne bir can barı, ne de gitmemiz gereken yönü gösteren bir harita var. Sadece yolun bizi süreklediği yöne doğru ilerleyip, karşımıza çıkan engelleri aşmaya çalışıyoruz. Bu işlemi yaparken de, karışık tuş kombinasyonlarına ihtiyacımız yok. Zaten yön tuşları dışında, topu topu kullanabileceğimiz 2 farklı tuşa sahibiz. Bunlardan biri zıplamamızı sağlayan A tuşu, diğeri ise itip çekme ve aktivasyon işlemlerini yerine getiren B tuşumuz. Bu tuşlar dışında karakteri kontrol etmek için herhangi bir alternatifimiz bulunmuyor, zaten pek de ihtiyaç duyduğumuzu söyleyemem.
  Limbo ağırlıklı olarak platform öğeleri ile bezenmiş olsa da, zaman zaman karşımıza çıkan bulmacalar, oyunun seyrine ayrı bir keyif katıyor. Çözülmeyi bekleyen birçok bulmacanın iç içe geçtiği karışık puzzlar ile uğraşırken, zorlanacağınızı söylemeliyim. İlerleyişimiz esnasında herhangi bir silah ya da özel güç kullanmıyoruz. Silah alternatifini yok eden yapımcı, bunun yerine oyuncuya aklını kullanarak düşmanları etkisiz hale getirme şansını sunmuş. Yerde sizi yok etmek için kurulmuş olan bir kapanı, akıllı bir şekilde kullanarak dev bir örümceği yok edebileceğimiz gibi dev pres makinaları altına, sizi öldürmek için kovalayan gölgeleri sürekleyerek, ezilmelerini sağlayabilirsiniz. Kısacası Limbo’da düşmanı kendi silahları ile vurmalısınız.

  Siyah beyaz bir oyunda mekanların ne kadar önemi olur demeyin. Oyun boyunca orman, şehir ve terk edilmiş fabriklara yolculuk ediyoruz. Bölümler içersinde yer alan mekana özel engeller sayesinde, her bir mekanın birbirinden farklı bir yapıya sahip olması sağlanmış. Terk edilmiş fabrika içersinde dev testerelerinin gazabına uğramaktan kaçarken, şehirli bölümler de ise elektirik kaçağı bulunan tabelalar arasından sıyrılmaya çabalıyoruz. Sanatsal yönü kuvvetli olan bölüm tasarımları ayrıca içerdiği bu tarz yapısal farklılıklar sayesinde de oyunun tekrara düşmesini engellemiş.
Sayfa 2

  Oyunun ekranında herhangi bir göstergenin olmadığını söylemiştim. Hatta yapımcı bu durumu biraz daha abartarak, yeni bir bölüme geçtiğimizde genelde karşımıza çıkan uyarıları bile kullanmaktan kaçınmış. Göstergesiz ve can barsız Limbo'da haliyle ölmekten çok korkmuyoruz. Bölüm içersinde her ne sebepten olursa olsun, öldükten hemen sonra kendimizi, en son kaldığımız yerin başında buluyoruz. Alakasız uzak yerlerde oyuna başlamıyor oluşumuz, özellikle bu tarz zor bulmacalar ve platform öğeleri ile donatılmış bir oyun için aynı şeyleri tekrar tekrar yapma sorununun da önüne geçmiş. Bu kadar sık öldüğümüz bir oyun, kötü bir kayıt sistemi sahip olsaydı, ciddi bır sıkıntı yaratırdı diye düşünüyorum.
   Kendine has bir görsel tarzı olan oyun, ayrıca fizik motorunun başarılı kullanımı ile de, grafiksel anlamda göz doldurmayı başarıyor. İlerleyişimiz esnasında zaman zaman 360 derece hareket eden mekanlar içersinde, fizikle etkileşime geçmiş objeler görüp, onların hareketlerine uygun anlık kurtuluş planları yapar hale geliyoruz. Başarılı animasyonlara sahip olan oyun, ayrıca görsel efektleri yerinde kullanarak, siyah beyaz atmosfer içersinde güzel bir bütünlük yakalamayı da başarmış.

  Limbo’da herhangi bir gösterge olmadığı gibi karakterlerin de herhangi bir seslendirmeye sahip olmadıklarını görüyoruz. Daha çok ses efektleri ile hayat bulan atmosfer, farklı bir sunumla yansıtılmış. Karanlık içersinde pıtır pıtır yürüyen ana karakterimizi, etraftan gelen seslere göre yönlendiriyoruz. Ansızın çalışan testerenin gürültüsü ya da yanan sokak lambasının cızırtısı, bulunduğumuz mekanların içerisinde olup biteni, derinden hissetmemizi sağlamış. Bulmacaları çözme konusunda da bize yol gösteren seslerin, belki de tek eleştirilecek kısmı, çeşit olarak az bulduğum müzikleri. Belki yaratılan atmosferi bozmamak adına çok fazla müzik kullanmayı tercih etmemiş olabilirler ama bu tarz özgün oyunların, güzel melodilerini dinlemek her zaman hoşuma gitmiştir.
  Kolay ve rahat bır oynanabilirlik sunan oyunu oynarken, her an herşeyin olabileceğini hissediyor ve ona uygun bir şekilde hareket ediyorsunuz. Yaratılan bu tedirginlik, hem oyuncuyu daha dikkatli olmaya hem de atmosferin büyüsüne kapılmaya itiyor. Zengin platform öğeleri ve akıl dolu bulmacaların başarıyla harmanlanması, tek düze gibi gözüken ilerleyişi zenginleştirmeyi başarmış. Bizi durdurmak için koyulmuş tuzakları, düşmanlarımız için kullanabilmemiz oldukça keyifli. Limbo’nun oynanabilirlik açısından en dikkat çeken eksiğinin ise kısa oyun süresi olduğunu söyleyebilirim. Tadı damağınızda kalan oyunu, bir oturuşta bitirebilirsiniz. Bu yüzden eğer Limbo’yu oynamaya niyetiniz varsa acele etmeden, tadını çıkara çıkara oynamanızı öneririm. Ne de olsa, kısa oyun süresi yüzünden bir yudumluk şansımız var.


  Eğer siz de benim gibi sürekli pasta yemekten sıkıldıysanız, Limbo ilaç gibi gelecektir. Farklı görsel tarzı, sunumu ve oyun yapısı, dinlendirici öğelerle de birleşince, tam olması gerektiği gibi kaliteli bir yapımı karşımıza çıkarmış. Ne yazik ki, şu an için sadece Xbox Live üzerinden satın alınabilen oyun, belki ilerki dönemlerde PC ve PS3 kullanıcıları içinde raflardaki yerini alır. Karanlığın içersinde, bir gölge gibi süzülmek ve birbirinden zorlu bulmacalarla uğraşmak isteyenler, şimdi hemen Limbo’nun başına doğru yol alsın.